18 Mayıs 2012

İstiklal Savaşı gazileri

-19 Mayıs 1919’da belirlendi parolaları; ‘’Ya İstiklal, Ya Ölüm!’’
-19 Mayıs’tan Cumhuriyet’e uzanan sürecin unutulmaz kuşağının
canları pahasına kurdukları Türkiye 100. yılına gidiyor
-Binlerceydiler, önce onlara düştü sayıları, sonra birlere ve
o kuşağın son iki temsilcisi 2008 yılında yaşama veda etti
-1998 yılından mesajları kaldı bugüne, bir yerlerde
saklanmış madalyaları, birkaç görüntü, fotoğraf belki
-Torunları onbinlerdi onların, aynı parolaya sahip çıkan;
19 Mayıs 1919’un kararlılığıyla 29 Ekim 2023’e koşan

Yıl 1919: Anadolu topraklarında işgal güçleri. 19 Mayıs'ta Samsun'a ulaşan Mustafa Kemal ve arkadaşları belirledi parolayı: ''Türk'ün onuru, kendine güveni ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus, tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyi olur. Öyleyse ya bağımsızlık ya ölüm! İşte gerçek kurtuluşu isteyenlerin parolası bu olacaktır.''
Onbinler savundu bu parolayı. Erzurum’da, Kars'ta, Gaziantep'te, Sakarya'da, Dumlupınar'da, İnönü'de, Büyük Taarruz'da ve İzmir'de onbinler... Doğuda, Batıda, Güneyde, Kuzeyde yurdun dört yanındaydı onlar. Bağımsızlık uğruna düştüler toprağa onlar, Cumhuriyet'e giden yolu canları pahasına açtılar.
Onlar, İstiklal Savaşı gazileri... Yüzlerceydiler. Zamanla yaşlandılar, çoğu silah arkadaşlarıyla buluştu. Cumhuriyet’in 75. yıldönümünün kutlandığı 1998 yılında sadece 190 kişiydiler. On yıl sonra önce ikiye düştü sayıları. Bedenleri yaşlıydı ama yüreklerindeki heyecan dipdiri. Gözleri yıpranmıştı ama korkudan eser yoktu.
2 Nisan 2008’de Eskişehirli Yakup Satar hayata yumdu gözlerini, 110 yaşındaydı. Ardından, (resmi kayıtlara göre) hayattaki son İstiklal Savaşı gazisi Mustafa Şekip Birgöl veda etti yaşama.
Ve sayıları yine onbinlere ulaştı. Çanakkale’de, Erzurum’da, Kars’ta, Sakarya’da, Eskişehir’de, İzmir’de onbinler. Onlar 19 Mayıs 1919’un parolasıyla 29 Ekim 2023’e koşan. Onlar devraldı dedelerinden uygarlık savaşının bayrağını. Onlar taşıyacak Cumhuriyet’in 100. yılında ülkeyi zirveye. Ve onlar dedelerinin koyduğu hedefi de aşacaklar, onların koyduğu parolayla...

-İstiklal Savaşı madalyası

Cumhuriyet tarihinde sadece İstiklal Savaşı'na katılanlar için ''madalya kanunu'' çıkarıldı. TBMM'de 29 Kasım 1920'de kabul edilen ''İstiklal Savaşı Madalyası Kanunu'', 4 Nisan 1921 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanarak, yürürlüğü girdi. Yasada, Milli Mücadele'nin dönemindeki TBMM üyelerine; savaşın kazanılmasında cephede ya da ayaklanmaların bastırılmasında kahramanlık ve özveri gösteren er, subay ve ulusal kahramanlar ile cephe gerisinde yardımcı olanlara; şehitlerin birinci derecede yakınlarına madalya verilmesi öngörülüyordu.
Çeşitli alaşımlardan bastırılan İstiklal Savaşı Madalyası'nın önyüzünde TBMM'nin ilk binası, 23 Nisan 1920 tarihi ve kağnısıyla cephane taşıyan insan figürü; diğer yüzünde ise ay-yıldız içinde Türkiye haritası ve defne dalı yer alıyor. Milli Mücadele dönemindeki TBMM üyelerine verilen madalyanın şeridi yeşil, cephede görev alanlarınki kırmızı ve cephe gerisinde çalışanlarınki ise beyaz olarak belirlendi. Cephede de bulunan TBMM üyelerinin madalyasının şeridinin ise yeşil-kırmızı olması kararlaştırıldı.

-Gazilerden mesaj

Cumhuriyet’in 75. Yılında, Emekli Sandığı kayıtlarına göre ‘’Şeref Aylığı’’ alan İstiklal Savaşı gazisi 234 kişi gözüküyordu. Ancak, bunların 45’i vefat etmiş ve henüz kayıtlardan düşmemişti.
Yaşlıydı bedenleri, konuşamayacak durumdaydı kimi. Düşüncesini aktarabilen 20 gazi ile konuşulabilmişti. Ortak mesajları şuydu: ''Kanımızla tırnağımızla savaşarak kurduğumuz Cumhuriyet'i koruyun. Cumhuriyet'in kıymetini bilin.''

-Onların ağzından

O tarihte kendisiyle görüşülen İstiklal Savaşı gazilerinden bazıları ve mesajları şöyle:
-Osman Aydın (Aydın Datça, Kızlan köyü): İki kardeşinden biri Yemen'de, diğeri ise İstanbul'da şehit düşmüştü. Kurtuluş Savaşı'nda Afyon, Dumlupınar ve İzmir'de savaştı. İstiklal Madalyası'nı büyük onur duyarak, göğsünün üzerinde taşıdı, son nefesine kadar.
''Siz mi büyüksünüz, Cumhuriyet mi'' diye soranları verdiği yanıt netti: ''Cumhuriyet her şeyden büyük...'' Osman Aydın'ın şöyle konuşmuştu:
''Cumhuriyet öncesi ve sonrasını yaşadım. Her şeyimizi Atatürk ve Cumhuriyet'e borçluyuz. İstiklal Harbi'ni sabah un çorbası, öğle bulgur pilavı ve akşam da buğday yarması yiyerek kazandık. Allah'a şükür, şimdi her şeyimiz var. Atatürk büyük insan ve büyük kumandandı. Televizyonlarda Atatürk'e dil uzatanları görüyorum, sinirleniyorum. Elimden bir şey gelmiyor; gelseydi, hepsinin dilini tek tek keserdim. Atatürk'e dil uzatanlar bırakın Müslüman olmayı, insan bile olamazlar.''
-Halil İbrahim Yolcu (Kayseri): Kayseri'de yaşayan son İstiklal Savaşı gazisiydi. 9 Kasım 1998'te, 97 yaşındayken silah arkadaşlarıyla buluştu. Yatağında bile yanından ayırmazdı madalyasını. Şunları söylemişti: ''Cumhuriyet'i çok zor şartlarda kurduk. Dağlarda günlerce aç kaldığımız oldu. Çocuklarımızın ve gençlerimizin çok çalışmasını istiyorum. Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet'e var güçleriyle sahip çıkmalarını istiyorum.''
-Mehmet Uçar (Ordu'nun Perşembe ilçesine bağlı Yumrutaş köyü): Afyon-Tınaz Tepe'de savaşan ve 30 Ağustos'ta destanlaşan binlerce Anadolu çocuğundan biriydi. Mehmet Uçar, ''Afyon'da, Mustafa Kemal ile el sıkıştım. O an hep rüyalarıma giriyor. Şimdi O'nu çok arıyoruz. Yaşasaydı, bugün başımıza musallat olan birçok beladan milleti kutarırdı'' diyordu. Özenle sakladığı İstiklal Madalyası'nı takıp, özel günlere katılmaktı en büyük mutluluğu. Mehmet Uçar, anılarını anlatırken gözleri ıslanıyordu. ''Devletimiz var olsun. Devlete, her zaman, ne isterse vermeye hazırız. Biz devletten almayız. Çünkü bu devleti biz kurduk. Yokluklarla acılarla kurduk. Gençlere, Cumhuriyet'e sahip çıkmalarını vasiyet ediyorum.''
-Hüseyin Tekin (Isparta, Uluborlu): Afyon ve Ulupınar'da Yunan güçlerine karşı savaşanlardan. Mustafa Kemal'in ''Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz. İleri...'' komutuyla düşman askerlerini İzmir'e kadar kovalayan birlikte görev yaptığını gururla anlatıyor ve ekliyordu: ''Devletten hiçbir maddi beklentim yok. Ancak ara sıra hatırlasınlar yeter.'' Hüseyin Tekin'in gençlere kuşaklara öğüdü; ''barış ve kardeşlik içinde, vatanın bölünmesine izin vermeden yaşamaları'' şeklindeydi.
-Arif Zengin (Samsun'un Alaçam ilçesine bağlı Doyran köyü): Trakya'dan Sakarya ve Büyük Taarruz'a kadar birçok cephede savaşmıştı. Arif Zengin, ''Büyüklerim, beni cepheye gönderirken, 'Yolun açık ola. Ya şehit ol ya gazi. Vatanı kurtarmadan gelme' dediler. Sakarya'da tam 22 gün 22 gece hem yoklukla hem de düşmanla savaştık'' diyordu.
-Hamit Toslu (Giresun): Sakarya, Dumlupınar ve Çanakkale cephelerinde savaşmış, Osman Ağa'nın 47. Gönüllü Piyade Alayı'nda ''nişancılık'' yapmıştı. Çanakkale Savaşı'nda 1. Fırka'da görev alan gazi, ''Deniz, savaş gemileriyle doluydu. Adeta kara gibiydi'' diye anlatıyordu. ''Savaşı kazananlardan 70 bin kişi vardı. Kimbilir, şimdi 7 kişi anca kalmıştır'' diye iç geçiren gazi, ''Gençlere öğüdümü sorarsan, bağımsızlığın değerini çok iyi bilsinler, ona sahip çıksınlar. Bağımsızlık kolay kazanılmıyor'' sözleriyle sesleniyordu torunlarına.
-Mehmet Öztekin (Antalya'nın Akseki ilçesine bağlı Güzelsu köyü): I. Dünya Savaşı döneminde İzmir'de bulunmuş, orduların terhis edilmesiyle memleketine gönderilmiş, Kurtuluş Savaşı'nda Afyon'un Çay ilçesindeki 1. Ordu Karargahı'nda yazıcılık yapmıştı. 1923'de öğretmenliğe başlayan ve 40 yıl görev yaptıktan sonra yaş haddinden emekli oan Mehmet Öztekin, yazılarını da ''Makalelerim'' adıyla bir kitapta toplamıştı. Öztekin, ''Binbir güçlükle kurulan Cumhuriyet'e sahip çıkılsın. Yeni kuşaklar Atatürk İlke ve İnkılapları'nı yaşatsın. Her şeyi Cumhuriyet ve Atatürk'e borçluyuz. Kimse unutmasın'' diyordu.
-Cemalettin Gönen (Niğde): Cephede savaşmamıştı. ''Yeni nesilden beklediği tek şeyin saygı olduğunu'' belirtiyor ve ekliyordu: ''Şimdiki gençler çok şanslı. Yeni kuşaklar, şehit kanlarıyla kurulan devlete sahip çıkmalı. Cumhuriyet'i korumalı.''
-İsmail Özer (Denizli'nin Acıpaşam ilçesi Dedebağı beldesi): Askere alındığında 21 yaşındaymış İsmail Özer, Antalya'daki temel eğitiminden sonra Kurtuluş Savaşı'nın son günlerinde İzmir, Balıkesir ve Çanakkale'de görev yapmış. Anılarını anlatırken sanki o günleri yaşarmış gibi heyecanlanan İsmail Özer, şöyle konuşuyordu: ''Şimdi Türkiye çok güzel. Her şey bal gibi. Bu kadar gelişip, güzelleşeceğini düşünmemiştik. Umut da etmiyorduk. Çünkü savaşta harap olup, bitmişti. Atatürk olmasaydı, bu memleket kimbilir hangi gavurun elinde olacaktı? Atatürk'ü anlamayanlar, kıymetini bilmeyenler, yanlış yapıyor. Şu günlerin kıymetini bilin.''
-Hilmi Uzun (Amasya'nın Merzifon ilçesine bağlı Şeyhyeni köyü): Kendi anlatımıyla ''Yunan'ı, İzmir'de denize dökmenin keyfini yaşayanlardan''dı. Sakarya Savaşı ve Büyük Taarruz'da savaşmıştı, İzmir'de, Atatürk'ün yemek yediği yerde nöbet tuttuğu için kendini ''şanslı'' sayıyordu. İstiklal Savaşı gazisi arkadaşı Veli Can'ın ölümüne çok üzülmüştü Hilmi Uzun. Gözleri dolu dolu, ''Milli bayramlarda Veli ile madalyamızı takar, göğsümüze gere gere dolaşırdık. Şimdi, madalyaya her bakışımda Veli aklıma geliyor, içim burkuluyor. Madalyam benim tek varlığım. Devletten daha ne isteyim'' diyordu. Gençlere ''Cumhuriyet'in değerini çok iyi bilin'' öğüdünü verne Uzun, ''Binlerce şehidin kanıyla kurulan Cumhuriyet'i yıkmaya kimsenin gücü yetmez. Gerekirse bu uğurda yine elime silahı alırım'' diyecek kadar da kararlıydı.
-Hüseyin Mazlum (Sakarya'nın Pamukova ilçesine bağlı Fevziye köyü): Kurtuluş Savaşı'nın son günlerinde silah altına alınmış, 4. Kolordu Komutanlığı'ndan aldığı çağrı üzerine Afyon'a doğru yola çıkmıştı. ''Savaş yıllarında Türkiye'nin durumunun çok kötü olduğunu'' anlatan Mazlum, şunları söylüyordu: ''Her yeri yanmış, yıkılmış ülkenin bu hale geleceğini görmeseydim inanmazdım. Padişahlık dönemini de yaşadık. Mustafa Kemal, baktı ki bu böyle gitmez; idareyi aldı, Cumhuriyet'i getirdi. Kolay gelinmedi bu günlere. Herkes kıymetini bilmeli.''
-Hamit Toylar (Sakarya): Polatlı, Kırkbayır, Kazançtepe ve Mudanya cephelerinde savaşmış, ''tam 10 yıl askerlik'' yapmış''tı. Yanlız yaşıyordu, yaşlılıktan yürüyemiyordu. Tedavi için gittiği Gölcük Deniz Hastanesi'nde bir şeye ihtiyacı olup olmadığı sorulduğunda şunları söylemişti: ''Yaşlılık yüzünden yürüyemiyorum. Çarşıya çıkarken zorlanıyorum. Allah devlete zeval vermesin. Bir tekerlekli sandalya verirlerse sevineceğim. Bir de üç ayda bir verilen 60 milyon lira yetmiyor.''
-Hüseyin Duman (Burdur'un Bucak ilçesi): İstiklal Savaşı'nın başlamasıyla savaşa çağrılanlardandı. Antalya'daki birliğine teslim olduktan sonra, aylarca yürüyerek Çanakkale'ye gitmişti. Daha sonra Diyarbakır ve Erzurum'a gönderilen Hüseyin Duman, ''Kanını ter gibi silip, cepheden cepheye koşan nice Mehmetçik vardı. Bana sıcak savaşa girmek nasip olmadı. Bugün ay-yıldızlı bayrağımız dalgalanıyorsa o insanlar sayesindedir'' şeklinde konuşuyordu. ''Türk Ulusu, tek yumruk olarak Cumhuriyet'i kurdu'' diyen Duman'ın mesajı ise şöyledi: ''Bugün tek yumruk, tek yürek olma zamanıdır. Bugün, bir olup, ekonomik cephede savaş vermemiz lazım.'' İstiklal Savaşı Gazisi kimliği vardı ve maaş alıyordu, ancak madalya verilmemesinden yakınmıştı.
-Yakup Satar (Eskişehir): Afyon'da, Polatlı'da, İnönü'de savaşmış, İzmir'e kadar düşmanı kovalayan Mehmetçikler arasında yer almıştı. Kurtuluş Savaşı öncesinde de cephede yer almış, Afyon Cephesi'nde yaralanmıştı. ''Gururum'' dediği madalyasını hep göğsünde taşıyan Yakup Satar, gençlere şöyle sesleniyordu: ''Savaşarak kurduğumuz Cumhuriyet'i koruyun, yaşatın.''
-Hasan Tiren (Konya'nın Hüyük ilçesine bağlı Selki beldesi): İstiklal Savaşı Madalyası'nı kendisiyle aynı adı taşıyan torununa miras bırakacaktı. ''Atatürk olmasaydı, kimbilir hangi gavurun elinde kalmıştık'' diyordu.
-Hüseyin Bozyel (Muğla'nın Fethiye ilçesi): 11 yıl askerlik yapmıştı. Hafıza kaybı sorunu vardı. Çanakkale Savaşları ve Kurtuluş Savaşı'ndan sonra verilen iki madalyasını bulamıyordu. Yakınları, Hüseyin Bozyel'in, Kurtuluş Savaşı'nda 55. Süvari Alayı'nda bulunduğunu ve Atatürk'ün korumalarından biri olduğunu anlatıyordu.
-Emin Bedeş (Aksaray): Dumlupınar Cephesi'nde, Atatürk'ü atının üstünde gördüğünü anlatırken, o günkü heyecanını yaşıyordu adeta. ''Cumhuriyet'e sahip çıkın'' diye seslenmişti.
-Yusuf Bayraktar (Trabzon'un Vakfıkebir ilçesine bağlı Yıldız köyü): Yunan güçlerinin Haymana'da oluşturdukları hattın üç yıl ele geçirilemediğini belirterek, ''Onların yerinden çıkmasını bekledik ve daha sonra aslanlar gibi saldırdık. 'Yıkılmaz' denilen hattı yıktık'' diyordu. Heyacanlıydı, sesi titriyordu.
Yaşlanmıştı kimi, sağlık sorunları yaşıyorlardı; kulakları duymuyordu, kiminin gözü görmüyordu artık. Ali Çiçek'ti adı, Halil Gümüş'tü (İzmir, Selçuk), Halil İbrahim Bozkurt'tu, Mehmet Gürler'di (Denizli, Acıpayam). Sadık Ertan'dı (Aydın, Yenipazar) adı, Mevlüt Gültekin (Trabzon, Akçaabat), Ali Uçar (Trabzon, Beşikdüzü'ne bağlı Kazımağzı), Şevki Çelik (Artvin, Yusufeli'ye bağlı Çelikdüze köyü), Veysel Tuğrul (Bartın, Kutlubey ilçesine bağlı Yazıcılar köyü). Ahmet'ti kiminin adı, Osman'dı, Mustafa'ydı... Mehmet'ti adı, Gazi idi...
--
Kaynak: ''551.vekil'' arşivi

Mesaj Gönder
Esc tuşu kapatır
© 2014 551. Vekil Tüm Hakları Saklıdır